Tokyo ne kadar büyük baksana, kaybolursak birbirimizi asla bulamayız.
Yasujiro Ozu'nun Tokyo Hikayesi filminin daha en başında, rahatsız edici sessizlikten dramatik bir şeyle karşılaşacağınızı anlıyorsunuz. Peki, bu fazla diyaloğun olmadığı filmin, şimdiye kadar yapılmış en saygın yapımlardan biri olmasını sağlayan şey nedir?
Hikayenin basit olması mı? Yaşlı bir çift, uzun zamandır kendilerinden ayrı bir hayat yaşamakta olan çocuklarını ziyaret etmek için başkent Tokyo'ya doğru uzun bir yolculuğa çıkarlar. Dönüşüm ve Batılılaşma yolundaki Japonya'nın taşra ve kent yaşamını, çatışmanın ve değişimin kültürel açığını bu şekilde resmeder yönetmen. Yaşlı çiftin çeşitli beklentilerle çıktıkları bu yolculuk, genç çocukları tarafından ilgisizce karşılanmalarıyla daha dramatik ve gerçekçi bir hal alır.
Yaşlı çiftin başkentte geçirdikleri zaman boyunca çocukları, kendi aileleri ve iş hayatları gibi nedenlerle sürekli meşguldürler. Bu süreçte yaşlı çiftle ilgilenen tek kişi ise 2. Dünya Savaşı'nda ölen en küçük oğullarının dul eşidir. Kendi çocukları tarafından onore edilmeyen çifti onore eden tek kişi olarak göze çarpar. Değişen genç neslin değerleri, daha hızlı yaşam ve iş türleri nedeniyle yeninin ve eskinin iletişimi bozuluyor. Yeni dünyada her şey hızlı ilerliyor ve bu, eskinin ayak uydurabileceği bir durum değildir: Baş döndürücü bir sürat.
Ozu, gelişen teknolojik çağın çirkinliğinden ve değerlerin kaybedilmesinden hoşlanmadığından hızlı değişim çabalarına tüm filmlerinde değinir. Robert Bresson'ın, David Lynch'in ya da Ömer Kavur'un filmlerinde de benzer görüntüler ve anlatım şekli etkileyici olmuş olabilir. Ozu'nun kendisi gibi, Tokyo Hikayesi'ndeki yaşlı baba da öykü boyunca çok az şey söylerken bile aslında çok şey ifade edebilme yolu yaratır. En sessiz karakter bir bakıma en güçlü dramatik etkiye sahiptir.
Hayat insanı düş kırıklığına uğratıyor, değil mi?
Sinemanın en etkili ustalarından biri sayılan Ozu, her sahneyi büyük bir sınırlama ile çerçeveler. Dramatik müzik asla yoktur, hangi karakterin önemli ya da önemsiz olduğunu bize asla belli etmez, duyguları ve gelişen önemli anları yakın çekim ile seyircilere iletmek ister. Kamerası diz hizasında hareket eder ve Japon yaşam biçiminin en sade anlatımını, yere serili hasır metlerin üzerinde dikkatlice yerleştirilmiş aktör ve aktrislerle klasik bir manzara eşliğinde sunar. Yer ve mekan da hikayenin içindeki karakterler ve derinlik kadar önemlidir. Sonuç olarak, bu filmdeki karakterler bize gösterişli veya korkunç bir şekilde aktarılmaz, yahut sonları ile sansasyonel bir şekilde şaşırtmaz. Onlar mütevazi, sıradan insanlardır; sıradan yaşamları olan ve tek istedikleri saygı gibi görünen ebeveynlerin hikayesi. Belki de biz de bu hikayeden kendimize çokça pay çıkarmalıyız.
Facebook Yorumları