Vietnam Savaşı'nın bilinmeyen çok boyutlu gerçekliğini, orada bulunmayanlara sarsıcı bir şekilde iletmeyi başarır.
Savaş filmlerine olan hayranlığımız, uzun ömürlü sorulardan kaynaklanıyor: Nasıl bir şey? Savaşta yer almak nasıl bir şey? Her an ölebileceğini bilmek nasıl bir duygu? Diğer insanları öldürmek nasıl bir şey? Zorlu mevsimsel koşullarda yaşamak ve hareket etmek nasıl bir şey? Bir kişinin daha iyi olduğunu nasıl deneyimleriz?
Müfreze ile birlikte yazar ve yönetmen Oliver Stone, bizlere Vietnam Savaşı'nın sürükleyici, güçlü ve bir o kadar dokunaklı atmosferini aktarır. Drama, savaşın halüsinasyon kalitesini, uzun yıllar boyunca savaşmanın yüksek nabzını, aşırılığa kaçan durumların sonuçlarını, korku ve deliliğe yaklaşılan anı, hüsranın yol açtığı şiddeti, sapkınlığı ve bir şeyin kaybını ortaya çıkarır: Hayatta kalma iradesinin dışında, duyarlılık.
Savaş, 1967'de Vietnam'a gelen 32 yaşındaki bir gencin, Chris Taylor'un gözünden aktarılır. Müfreze'nin karşımıza çıkan en baskın iki çavuşu -savaşta yüksek dereceli bir psikopat olan ve deneyimi yüzündeki yaralardan anlaşılan Çavuş Barnes ve aklın sesi olan, savaşın aslında yanlış bir şey olduğunu bilen ve birliğindeki askerlere olduğu kadar etraftaki yerel sakinlere de temkinli ve mesafeli davranan başka bir deneyimli çavuş Elias- ile birlikte karanlıkta, kokmuş et yığınları arasındaki bu rahatsız edici yol boyunca Chris, Cehennem'i tecrübe eder.
Cehennemde hayatta kalabilmek için birlikte hareket etmeliler.
Cehenneme giriş sonrası acımasız bir intikale hazırlanırlar. Takımın bazı üyeleri intikal esnasında çılgına dönüp etraftaki köylüleri öldürmeye başladığında Çavuş Elias, aklı başında davranan tek kişidir. Bu elit grup düşmanın ana kampına saldırdığında savaşın çılgınlığı ve kötülüğü Chris'i de ele geçirir.
Bilinen birçok savaş filmi gibi Müfreze de çok sayıda insanın geçtiği ve öldürüldüğü savaşın, insanlıktan çıkarıcı gücünü ve etkisini gösteriyor. Film fiziksel ve zihinsel kaosun tasvirinde çokça başarılıdır. Bir başka savaşa şahit olmak için hayatta kalmayı, insanların bir görev süresi bitene kadar başka bir savaşta geçirecekleri zamanı hesaplarken ölüm korkusu ile dolu geçen saniyelerde neler yaşandığını gösterir.
Chris'in, savaşta yaşadığı deneyimlerden ötürü kendisiyle gurur duymak ya da değerli bir şey yaptığına inanmak için hiçbir sebebi yoktur. Muhtemelen bedensel ve en önemlisi yaşadığı duygusal tahribat, ona sadece utanç verici geliyordur ve insanlıktan nasıl uzaklaşıldığını şu birkaç cümlesiyle anlatır: "Savaşta pek çok şey yitirilir ancak kaybedilen ilk şey masumiyettir."
Filmin en nihai amacı, Vietnam Savaşı'nın çok boyutlu gerçekliğini ve orada olanlarla ilgili bilinmeyenleri, sona erdikten sonra dünyaya gelenlere iletmektedir. Müfreze ve içinde bulunan oyuncuların adeta bir yarış içine girdikleri performansları, bizlere sunulan bir turnuva görünümündedir.
Geçmişe bakıp düşünüyorum da biz düşmana karşı savaşmadık. Birbirimizle savaştık. Gerçek düşman içimizdeydi. Savaş benim için sona erdi. Ama hayatım boyunca içimde devam edecek. Elias da içimde yaşayacak, ruhumu ele geçirmek isteyen Barnes da. O günden sonra kendimi bu iki babadan doğmuş bir çocuk gibi hissediyorum. Ama sonuç ne olursa olsun, biz hayatta kalanlar dünyayı yeniden kurmak zorundayız. Diğerlerine bildiklerimizi öğretmek zorundayız. Ömrümüzden geriye kalanı, yaşadığımız hayatı bir anlam bulmak içim harcamak zorundayız."
Facebook Yorumları