Paris'in varoşlarında yaşayan biri Arap, biri Yahudi ve biri Siyahi üç arkadaşın hikayesini konu alarak, Fransa varoşlarında yaşayan gençlerin hayatından bir kesit sunmaktadır.

Bana mı dedin?

"Protesto" 90'lardan kalma ikonik filmler listemde her zaman en üst sıralarda yer alan bir film olmuştur. Bu siyah-beyaz drama, Fransız banliyölerinde yaşayan üç genç erkeğin hayatlarında, mahallelerinde gerçekleşen şiddetli bir isyandan bir gün sonra gerçekleşir. Anında klasik olan film, üç ana karakterin kimya dolu performansları ve izleyicilerde uzun süreli bir etki bırakan sinematografisi ile adından hala övgüyle söz ettirmektedir. Öncelikle filmi, oyunculuğunu çok sevdiğim Vincent Cassel için izlediğimi itiraf etmeliyim.

Kırk katlı bir binadan düşen adamın hikayesini biliyor musun? Düşüş anında her katta kendisini rahatlatmak için şunu söylermiş içinden: Şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda, şimdiye kadar her şey yolunda.... Önemli olan düşüş değil, yere iniştir.

Nefret, olarak bilinen Le Haine Paris banliyölerinde yaşayan üçlünün hayatından bir günü sunar. Vinz, Hubert ve Said'in arkadaşları bir isyan sırasında polisler tarafından hastaneye kaldırılır. Ne olduğu hakkında bir şeyler anlamaya çalışırken ve nasıl tepki vereceklerini düşünürken aniden farklı çetelerle karşılaşırlar. Polisten daha fazla şiddet gösteren, gizemli bir gruptur. Bu cesur Fransız filmi ırkçılık, yolsuzluk, şiddet ve arkadaşlık temelini ele alıyor.

Filmde dikkat çeken kamera açılarının kullanılması, yönetmenin karakterleri nasıl görmemizi istediğine dair bir izlenim veriyor. Örneğin polisin çekimleri, üç kahramanımıza karşı uygulanan usulsüzlükler ve kullanılan şiddet nedeniyle izleyicilerin kendilerine baktıkları izlenimini veren yüksek açı çekimleridir. POV çekimlerinin kullanımı üçlünün görüntüsünü yönetiyor ve izleyici olarak bizler kendi gözlerimizden hayatlarını görüyoruz. Ayrıca gözlemci olmaktan ziyade üçlüden ayrı olduğumuz izlenimini de yaratıyor. 

Vinz bir polisin silahını alıp bizlere karşı doğrultan tehlikeli bir çete üyesi olduğunu anladığında ekranlar, onun ifadesiyle fiziksel olarak ne gördüğü arasında bölünür. Bu Vinz ile birlikte tepki verdiğimiz için seyirci ve karakter arasında farklı bir yakınlık yaratır.

Görüntü olarak siyah-beyaz seçimi, filmdeki birçok temayı temsil eder. Bu karakterler hayatlarını siyah ve beyaz olarak görürler. İyi ve kötü, bir suçlu ya da değil. Aynı zamanda üçlünün ve banliyölerin o dönemde karşılaştığı ırkçılığı da yönetir bu tema. İnsanların göreceği tek şey onların derisinin rengidir. Fransız Film Endüstrisi ve ülke olarak nesnelerin, halı altına süpürülmesini istiyormuş gibi görünmekteydi. Kassovitz'in tarzı içinde Amerikan film ve kültürünün birçok açık etkisi vardır. Film boyunca hip-hop müziğinin yeniden ortaya çıkması, 90'larda popüler olan Adidas ve Nike gibi gençlerin giydikleri markalar... Özellikle de Scorsese'nin "Taksi Şöförü"nden referans alınan "Bana mı dedin?" repliği dikkat çekicidir.

- Tanrı'ya inanıyor musunuz?

- Yanlış soru.

- Tanrı bize inanıyor mu? Bir zamanlar Grunwalski adında bir arkadaşım vardı. Birlikte Sibirya'ya sürgün edilmiştik. Sibirya'ya mahkum olarak gittiğinizde trende hayvanlarla birlikte yolculuk yaparsınız. Buzlu bozkırlarda günlerce kimseyi görmeden yolculuk yaparsınız. Isınmak için diğerlerine sıkışırsın. Sorun ise rahatlamaktı. S.çmak... bunu trende yapamazsın. Tren su almak için durduğunda bunu yapabilirsin. Ama Grunwalski utangaçtı. Hatta beraber banyo yaptığımızda bile yüzü asılırdı. Şaka yapardım ben de. Neyse, tren durdu ve herkes s.çmak için raylara atladı. Grunwalski benden o kadar çok rahatsız oluyordu ki, uzaklaşıp yapmayı tercih etti. Tren hareket etmeye başladı, herkes vagona atladı çünkü tren kimseyi beklemez. Grunwalski’nin ise sorunu vardı. Çalının arkasında hâlâ s.çıyordu. Elleriyle pantolonunu tutar şekilde çalının arkasından çıktığını gördüm. Treni yakalamaya çalışıyordu. Elimi ona uzatıyordum ama ne zaman bana yetişse pantolonu elinden düşer, tekrar onu tutmaya çalışırdı. Pantolonunu tekrar tutar, tekrar koşmaya başlardı ama. Pantolonu düştükçe... geride kaldı.

- Sonra ne oldu?

- Hiçbir şey. Grunwalski... donarak öldü.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları