Persona, Bergman filmografisinin en şaşırtıcı ve aykırı parçasıdır. Yönetmenin ustalığının ve modern sinemayı etkilemekle kalmayıp onu büyük ölçüde nasıl kendinden çıkardığının en güzel kanıtlarından biridir.

Bugün bile Persona, her zaman olduğu gibi dağınık karakterler kullanarak bizleri rahatsız etmeyi başarıyor.

Dün anlatılan bir hikayeyi tekrar dinlemek zordur. O yüzden zor olmasına rağmen bugün, dünün en büyük şaheserlerinden biri sayılan Persona'ya tekrar göz gezdiriyoruz. Yedinci Mühür gibi bu da düne rağmen bugün bile oldukça derin ve cevapsız soru(n)larla ilgili psikolojik bir film. Bu sadece akademik bir çalışma değil aynı zamanda bir kült. 

Persona, sessizliğe gömülen bir kadının ve ona bu zorlu süreçte refakat eden hemşiresinin hikayesini anlatıyor. Dönemin en gözde tiyatro oyuncusu, güzeller güzeli Elisabeth Vogler, önemli bir piyes sırasında aniden susar. Şaşkına dönen insanlar ne olup bittiğini anlayabilmek için ellerinden geleni yapsalar da Vogler bir daha konuşmaz. Bedeninde tıbbi olarak hiçbir problem bulunmayan kadın, doktorun tavsiyesiyle gözden uzak bir yazlığa gönderilir.

Bu esnada yanında gönderilen kişi genç hemşire Alma'dır. Yazlıkta da Vogler'in ağzını bıçak açmaz. Vogler sustukça Alma konuşur. Alma saatlerce, günlerce kendi hikayesini anlatır. Sonunda ise psikoloji biliminin en ilginç vakalarından birini oluşturur.

Ingmar Bergman'ın başyapıtıyla aynı ismi taşıyan Persona kavramı, Carl Gustav Jung'un en temel teorilerindendir. Buna göre, dünyaya gösterdiğimiz dış yüzler, başkalarının görmesine izin verdiğimiz, bizim bir parçamız olan 'Persona'mızdır.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları