"Ben cinleri ve insanları bana ibadet etsinler diye yarattım."

"Umarım birkaç dua biliyorsunuzdur?"

Korku denince ilk akla gelen, 1973 yılında çekilmiş ve Hollywood sinemasının dünya genelinde yeniden yer edinmesini sağlayan ve kişisel olarak çıkış noktasını belirleyen "Şeytan" filmidir. Sınırlarının ötesinde bir seyirci kitlesine ulaşan, ciddi bir iş ile karşılaştık diyebiliriz. "Korku" kıtalar arası farklılık gösteren yegane duygulardan birisidir. Aklımızı karıştıran ve gözümüze hoş gelmeyen herhangi bir şeyden korkabiliriz. Buna para kaybetme korkusu ya da sakat kalma korkusu da dahil. 13. sayısının uğursuzluğu ya da önümüzden kara kedinin geçmesi gibi bir sürü saçma sapan hurafeye sahip her toplumda, korkular da bölgesel olarak bir şablon oluşturur.

Büyünün normal bir meslek olduğu Haiti'deki insanların üç harflilerden, Tayland veya Vietnam'da yaşayanların sürüngenlerden, İslam ve Kuran hakkında hiçbir fikri olmayanların üç harflilerden ya da İncil hakkında hiçbir fikri olmayanların yürüyen, çürümüş ölü bedenlerden korkacağını düşünmüyorum. Avrupa korku sinemasının türettiği şeytan fikrinden önce, Ingmar Bergman'ın kişisel dokunuşuna sahip korku-gerilimi "Çığlıklar ve Fısıltılar" ile birlikte korku kuşağının kapıları açıldı diyebiliriz. Her iki filmde de insanlar ve ruhlar aleminin kurgulanışı, kişisel havasıyla ilgili soruları ve verilen gerilim hissi daha farklı olamazdı.

"Türk sineması olarak korku-gerilim türüne aşırı kafa yormamız gerektiğine inanan birisiyim."

Bu türlere baktığımızda her biri, insan ıstırabının gerçekliği ya da aynada aslında var olmayan hayal ile yüzleşmemiz için içimize bakmaya ve o dehşeti yaşamaya zorluyor. Ulusal korkularımız kırsaldan kente göçtükten sonra baya evrildi diyebiliriz. Artık hurafelerden ve köylülerin uydurmuş olduğu hikayelerden değil, daha bilinçli ve diploması olan Nietzche ve Freud gibi felsefecilerden korkular ediniyoruz. Ya da hepimizin evinde yer alan televizyonlarda bahsedilen gasp, işsizlik ve fakirlik korkuları daha somut duruyor. Büyük sanatı ve sanatçıyı tanıdıktan sonra Edward Münch'ün "Çığlık" tablosu daha bir anlam kazanıyor. Bergman, Hitchcock ya da Alper Mestçi'nin yeni olmayan ve dar alanda kalmışlık hissi veren "Siccin" macerası, kapalı kapılar ardında yaşayan yan komşunun bir haber olduğu, terk edilmiş bir köyde güçlü gerilim ve imgelerle beliriyor.

Yıllardır inanç ve ölümle ilgili önemli sorular soruldu ve herhangi bir cevap verilemeyeceğini  artık kabul ediyoruz ve  hafızalarda kalan  "Dabbe" ve "Sis" gibi klas filmler bizi nadiren etkisi altına alıyor, Hikayeler her ne kadar aşırı benzerlik taşıyor olsa da kurgu ve fotoğraf, etkisini yarım asır sonrasında bile hissettirir. Bu defa bize saldıran bilinmezlerden doğrudan kaçmıyoruz, daha çok duygusal deneyimden geri çekiliyoruz diyebilirim.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları