Kasabadaki herkes küçük dertleriyle iç içe, sürprizlere kapalı hayatlarıyla yine de huzurlu görünüyor. Ancak bu huzur, çocukluğunu geçirdiği bu kasabada bir film çekmeyi kafasına koymuş Muzaffer'in gelişiyle biraz zedeleniyor.

Aniden değişen modern dünyadan uzak, güzel, saf ve basit bir hikaye. 

Yaşam: Bir gerçeklik mi yoksa bir fantezi mi?

Bazen birinin hikayesini anlatmak için basit bir görüntü gerekir; karmaşık duyguları toparlayacak, netleştirip sadeleştirecek bir görüntü. Bu görüntüde güzel kadınlar veya playboylar yoktur. Genelde yolda ağır ağır yürüyen bir ihtiyar, arabasının camından dışarıdaki manzaraya bakan bir çiftçi, yüzlerdeki kırışıklıklar vardır ama 'O' yoktur. Fotoğraf anlamsızdır, anılar zaten siliktir. En sonunda bir afiş ya da filmin sonunda doğan güneş, mayısın sıcağını kendiliğinden başlatır.

Bilge Ceylan'ın kendisi de dahil toplamda dört kişiyle çektiği film, güzelliği nedeniyle yazılamayan görüntülerle anlatılmış bir durum öyküsü; kişisel olarak bağlı olduğu kökleri sunuyor. Sinemasal gerçekliğin sorgulanması kendini daha hafif belli ederken rüya içindeki rüyadan uyanma duygusu, doğrudan ve akan zamanın sorgulanmasını yineliyor.

Mayıs Sıkıntısı, bir zaman filmi; yabancı bir kasabanın içinde geçen, değişen mevsimlerden ve büyüyen çocuklardan anlaşılan zamanın sadeliği anlatılmak isteniyor. Sonuçta hayattan rahatsız olmayan insanların filmi, biz huzursuzları bağrına basıyor.

Pastoral senfoni...

Türk sinemasının en önemli isimlerinden biri olan Bilge Ceylan,  filmlerinde  Yeni Türk Dalgası'nın olmazsa olmazlarına -şiirsel diyaloglar, politik ve felsefik konulara- fazlasıyla yer verir. Belgesel tarzı hikaye anlatımıyla sinema dünyasını etkileyen isimlerin başında gelen Ceylan, tıpkı gerçek hayatta da olduğu gibi sinemasında da basitlik ve karmaşıklık kavramını harmanlayarak kurgu dışı ögelerden beslenir.  

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları