"Bilinen tüm Batı kalıplarını, bugünün Avrupasına uyarlanmış bir halde buluyoruz."
Şunu bir netleştirelim: Hiç kimse bahçesinde bir yabancı görmek istemez, özellikle de yıllar önceden kalmış hasımlığa sahip bir yabancı. Film "70 yıl sonra tekrar geri döndük," diyerek sonunda çıkacak sorunlara bir kıvılcım etkisi yaratarak başlar. Yönetmen Valeska Grisebach, tarafından yazılan "Batı", Bulgaristan'ın uzak kırsalında yeni bir iş alanı bulan bir grup Alman inşaat işçisinin hikayesini anlatıyor. Yerli ve yabancı Avrupa arenasında geleneğin ve modernliğin çatışması için bir şantiye oluşturarak, yerlilerle uyum sağlayan, sakin durmaya çalıştıkça olayların içine çekildiğini fark eden ve sonradan oluşacak çatışmadan uzak durmaya çalışan, zayıf, kalın bıyıklı ve sadece işini yaparak para kazanmak isteyen bir "John Wayne" ile tanışıyoruz.
Yalnız kovboy "Meinhard" ülkesi dışında yeni bir iş bulmaya karar veren bir Alman vatandaşıdır, çünkü Almanya'da iş bulamamaktadır. Ancak biz izleyiciler, garip ve özgün bir tavra sahip bu adamın öyküye çok şey katacağını hemen fark ederiz. Yaşadığı işsizlik sonrası yeni işinde, hiçbir bilgisinin olmadığı bir grup Alman işçi ile yeni ve bilmediği topraklara adım atar. Karşımıza çıkan işçi grubu, kendi iç dinamiklerine ve bölgenin yerlileriyle olan negatif ilişkilerine odaklanır.
"Vahşi Batı" kovboylarını ve yerlilerini andıracak türden bir iletişimsizliğe ve sunulan tavırlara dikkat çeker. Clint Eastwood ve John Wayne'den hatırladığımız, iletişimsiz geçen uzun bakışlar ve fırtına öncesini andıran sessizlik temasını günümüz Avrupa'sına monte ediyor. Gözcü kulesini andıran, hidroelektrik santrali ve Alman topraklarından uzakta bir bölgede açılan, yeni Alman bayrağı, eğeri ve dizginleri olmayan pak bir at ve bellerine astıkları silah yerine alet çantaları, mimikleri ve vücut dilleriyle tehditkar bir ortamda olduğumuzu fark ederiz. Ve barış çubuğu uzatan bir yerli yahut düello öncesi etrafta dolaşan bir çalı görmeyiz.
Karşımızda beliren iki tarafın erkeklerinin içsel benliklerine erişimi, sadece dolaylı olarak mümkündür. İki taraf arasında ortak bir dilin olmaması, filmin sessizliğin cazibesini sunmasını sağlar. Müziği ve melodiyi sunmak yerine daha çok doğanın melodileri, günlük görüntülerin doğal çekimleriyle pekiştirilen bir durgunlukta belirir. Doğa bir piyanist gibi ritmi ve tempoyu ayarlar. Bu durgun anlarda izleyicinin karakterlere yansımaları için zaman tanınır. Hatta kahramanımız Meinhard bile bir izleyici olduğu varsayımında bulunabiliriz. Kendisi, içinde bulunduğu farklı dile ve kültüre ilgilidir, köye ve yerlilere yakınlık gösterir, kendilerini ifade etmelerini ve geleneklerini göstermelerine izin verir; ortak bir dilin olmamasına rağmen.
Facebook Yorumları