Hangisi daha kötü olurdu: Bir canavar olarak yaşamak mı, yoksa iyi bir insan olarak ölmek mi?
Ünlü roman yazarı Dennis Lehane hayranları, "Gizemli Nehir" veya "Kızımı Kurtarın" filmlerini bir referans olarak alacak olursak, Zindan Adası'nı izlerken mutlu son beklememeleri gerektiğini zaten bilirler.
Zihninin kontrolü altındaki memur Teddy Daniels ve yeni yardımcısı Chuck Aule, suçluların ve delilerin bulunduğu federal hapishaneden kaçmayı başarmış bir suçluyu araştırmak için hapishanenin bulunduğu Boston Limanı'ndaki mistik bir adaya doğru yolculuk halindedirler. Sislerin arasından beliren bir vapur, adadan çıkabilmenin ve girebilmenin tek yolu gibi görünmektedir. Kayıp bir hasta, öz çocuklarını öldüren bir anne ve kimsenin, kilitli bir hücreden nasıl kaçabildiğini açıklayamadığı gizemli bir kaçak.
Gotik görünüme sahip bir ada, adeta bir Edward Munch tablosu görünümündeki kara bulutlar, yıldırım sesleri, camlara çarpan ağaç dalları, dev dalgaların kayaları dövmesi, etrafı ele geçiren sıçanlar, kopmuş elektrik telleri, tempoyu ve gerilimi arttıran arka fon müziği ile film, seyircide kapana kısılmış hissiyatı doğurur.
Bu bir deliliğe geçiş hikayesidir ve her şey sadece olduğundan daha kötüye gider.
Yönetmen Martin Scorsese'nin merceğinde yaratmış olduğu şey, paranoyak sinema olarak adlandırabileceğimiz türün bir örneğidir. Saklı sırlar ve tehlike duygusu en başından beri mevcuttur. Adaya ve tesislere çıktıkları ilk andan itibaren tam olarak neyin gerçek olduğunu, Teddy'nin tüm yaşadıklarının aslında hayallerinin bir parçası mı olduğunu ya da birilerinin onu yanlış yönlendirmek için mi tüm bu olayları kurguladığını sıkça düşünmek zorundayız.
Film ilerledikçe, dış dünya gerçekliğini kaybeder ve akıllarda, söylenildiği gibi adada bir hastanın olup olmadığı ile ilgili korkunç bir soru belirir. Bu, sonuna kadar izlerken nasıl sonuçlanacağını merak etmemizi sağlayacak nadir filmlerden birisidir. Zindan Adası, iki saat boyunca ilerleyen hikayesi ile tüm dikkatleri üzerine çeken ve bizleri ekrana sabitlemeyi başaran, bazı seyircileri izlemek istemeyecekleri karanlık yerlere götüren bir film.
Zindan Adası, Bazı kesimler tarafından konu itibarıyla, klişelerle dolu olduğu gibi eleştirilere maruz kalsa da, oyunculuklar, senaryo, görüntüler, kullanılan replikler ve mekan seçimleri bu etkileyici filmin hakkını vermeyi gerektiriyor. İzleyenler ne demek istediğimizi zaten anladı. Eğer henüz bu muhteşem filmi izlemediyseniz akıllara kazınan bu replikler, size bir an önce izlemeniz gerektiğine dair güzel ipuçları verecektir.
Deliler mükemmel dava konularıdır. Konuşurlar ama kimse dinlemez.
Akıllılık bir seçim değildir. Ona sahip olmayı seçemezsiniz.
Göründüğünden daha zekisin Marshall, ki bu muhtemelen hiç iyi bir şey değil.
Arzu ettiğin şeyler, beklemekten vazgeçtiğin anda gerçekleşir. Bu; hayatın ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.
Yaralar canavarlar yaratabilir ve sen bir yaralısın.
İnsanlar sana deli olduğunu söyler. Sen aksini iddia ettiğinde de sana katılırlar.
Adın bir kez deliye çıktı mı yaptığın her şey bu deliliğin parçası olarak görülür. Mantıklı iddiaların veya itirazların gerçek korkuların, paranoya.
Öfkelisin, eğitimlisin, tehlikelisin. Elimizdeki en tehlikeli hastasın.
Dünyayı artık tanımıyorum. Bütün şehirleri küle çevirecek bombalar olduğunu söylüyorlar. Bir de televizyon dedikleri şey var. Bir kutuda insanlar ve sesler var. Ben yeterince ses duyuyorum zaten.
Onu, unutmalısın diyorlar. Ama niye unutacağım? Bu lanet olası hayat için mi? Seni kafamdan nasıl atacağım?
Mutluluk en iyi intikam şeklidir.
Facebook Yorumları