Savaştan Sonra, ismi itibariyle sadece bir metafor değil, aksine mükemmel bir resimleme olmuştur. Toy yönetmen Dee Rees'in bu riskli ve coşkulu yeni tarz Amerikan trajedisi, hayatları bir sarmala dönmüş kırsalda kendi yaşamlarını sürdüren ailenin hayat hikayelerine odaklanmaktadır ve geçmişin hesabını soran aynı ırktan birisidir. Sağanak bir yağmurun altında ellerindeki kazmalar ile iki erkeğin mezar kazmalarıyla başlayan bu yönetmenin bizlere sunduğu iki parçalı çift renk hikayede, karakterlerin zor hikayeleri boyunca neredeyse her şeyin mükemmele yakın olma isteğine ve geçmişlerinin mükemmel olmadığını hatırlatan hikayeleri boyunca farklı inişli çıkışlı bir boyut kazanmasına tanık oluyoruz. Bu kez verilen savaş farklıdır. Geçmişte yaşanılmış siyahi zorluklara siyahi bir yönetmenin merceğinde eşlik ediyoruz.
Savaştan Sonra, 1930'ların sonlarında kendi savaş hikayesine başlamaktadır. ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'na girmesinden birkaç yıl sonra McAllen ve Jackson ailesinin genç erkekleri bu hikayede öne çıkmaktadır. Savaş sonu geri döndüklerinde kendilerini savaş kahramanı gibi hissetmemektedirler. Yeni adım attıklarında fark ettikleri tek paylaşılan ortak olgu, ayrı ayrı yaşamakta oldukları 'ırkçılık' savaşıdır.
Dee Rees'in bu yeni yürek parçalayan draması, merkezi motifini kendi adından almaktadır. Filmde gözümüze durmadan sokulan ve en dikkat çekmek istediği şey, isim ve çamurdur. Her yerde karşımıza çıkar. İnsanların derisine bulaşmış bir şekilde veyahut elbiselerde, binaların köşelerinde, her yerde çamur vardır ve her yerin temizliğe ihtiyacı vardır. Filmdeki herkes sağlam bir yağmur beklemektedir ve burada beklenen yağmurun ve gösterilen çamurun ne anlatmak istediğinin az çok sizler de farkına varmışsınızdır.
Ama çamur da metaforiktir. Amerika'nın güneyinde olan her şeyi örtmektedir, kendi geçmişini, kendi ayıplarını. Pişmanlıklar ve uzun süren kesintisiz haksızlık ve acı kuşaktan kuşağa geçmektedir ancak sağlam bir yağmur bütün çamuru temizleyebilir.
Savaştan Sonra, neredeyse bir ruh halinin küçük parçalarından oluşmaktadır. İkinci Dünya Savaşı'nın bitmesine rağmen son derece çağdaş bir öykü ve yalın bir anlatım halinde çok karakterden oluşan, tarihsel resimlerle dolu bir hikayedir. Öncelikle film savaş sonrası güneydeki kadınların, fakir ve zenginlerin ve siyah-beyaz insanlar arasındaki ilişkilerin muazzam ölçüde hassas ve göz ardı edilemez bir araştırmasıdır. Toplumun tümü -özellikle baş aktörler- yüzleri, gözleri ve sözlerinin her tekrarında ortaya çıkan aşırı duygusallık ince ayarlanmış performanslarla çok kaliteli durmaktadır. (Böyle ağlak bir hikaye anlatımı her ne kadar sağlam ilerlemiş olsa da atalarının duruşuna biraz saygısızlık olmuş gibi duruyor ve bu anlatı beni çok rahatsız etti diyebilirim. Her ne olursa olsun dik duruşun bükülmesi hoşuma gitmedi.)
Film boyunca başka bir yöne kaymakta olan katman tabakasında bir his vardır: İnsanlar dünyanın artık değiştiğinin farkındadır fakat kendilerini geçmişe bağlayan o sert çaresizlik ve endişe onları daha da sert eylemlere itmektedir.
Facebook Yorumları