Roman Polanski, trajedi dolu, hırpalayıcı filmi The Pianist ile Wladyslaw Szpilman'ın gerçek yaşam öyküsünü anlatıyor. Szpilman'ın otobiyografisinden uyarlanan film, II. Dünya Savaşı'nın hemen başlarında Polonya'da Alman işgali ile gelişen olaylarla başlıyor.

Daha önce bu gettoları gördük; iskeletler yanık kokuyordu, bu acı tecrübe bize göre değil.

Nasıl olursa olsun, öldürmeyi seviyorlar.

II. Dünya Savaşından önceki Yahudi nüfusunun savaş sonrası sadece üçte biri hayatta kalmayı başarabildi. Hayatta kalanlardan biri, 2000 yılında 88 yaşında ölen Piyanist Wladyslaw Szpilman'dı. Alman İşgali 1939'da başladığında henüz 27 yaşındaydı ve ünlü bir sanatçıydı.

Szpilman, savaşı tüm dehşetiyle yaşamış, ailesinin, dostlarının ölüme gönderilmesine, Nazilerin cinayetlerine, bir kentin, bir ülkenin yıkımına tanık olmuş. İçgüdüsel biçimde hep kazanmış, hep saklanmış; bir kahraman gibi değil, yaralı bir hayvan gibi tıpkı... 

Çin Mahallesi gibi kült bir filmin yaratıcısı Roman Polanski, Dokuzuncu Kapı'nın başarısızlığının ardından yaptığı, Cannes 2002'de Altın Palmiye, Fransız Cesar ve İngiliz BAFTA'da En İyi Film / Yönetmen ödülleri ve Oscar'da tam 7 dalda adaylık alan bu filminde, çocukluk günlerinin acılarıyla yüzleşme fırsatı buluyor.

Kendi söylemine göre Polanski 'Varşova'nın bombalanmasını ve Krakow'daki gettoyu tecrübe etmiş. Bu korkunç anıları tekrar yaşamak ve göstermek istemiş. Gerçeğe olabildiğinde sadık kalmayı ve Hollywood tarzı bir filmden uzak kalmayı da başarmış.

The Pianist, belki çok yeni bir şey söylemeyen, bilinenlere çok şey katmayan bir film. Ama Polanski'nin nihayet yapmaya cesaret gösterdiği kendi 'Schindler'i, görülmesi öylesine yararlı, hatta gerekli bir film.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları