1992 yılında Gürcü-Abhaz Savaşı'nın başlamasıyla yüz yıldır bölgede yaşayan Estonyalılar, köylerini terk ederek atalarının yurduna döner. İki adam hariç...

"Hangi taraftan olduklarının ne önemi var? İkisini de aynı yere gömeceğiz."

Savaşın bilinen soğuk yüzü asla değişmez.

İnsanların normal yaşamlarını terk etmelerine ve birbirlerini öldürmelerine neden olan savaş, sebep her ne olursa olsun, birikmiş nefrete ve kana susamışlığa doğru kaymaktadır. Bir sebep yok, haklı ve haksız yok, sadece "biz" ve "onlar" var ve onlar öldürmeden önce biz onları öldürüyoruz.

"Mandalina Bahçesi" Estonya ve Gürcistan ile ortaklaşa üretilen, psikolojik derinliğe sahip bir filmdir. Savaşın yararsızlığına ve barış içerisinde bir arada bulunmanın önemine odaklanmaktadır.

 "En kötü barış bile savaştan iyidir."

Savaş, doğası gereği çocuksu bir oyun gibidir: Masanın etrafında toplanmış birkaç ciddi adamın sebepleri ve nedenleri vardır ama hiçbir zaman bir insanın yaşamını başarılı bir şekilde barış içerisinde yaşayabilmesini sağlamak için kaybetmeyi tercih etmezler. Ulusal ruhun meseleleri olarak gizlenen emperyalist nedenler için bir savaş, her zaman kenarda bir yerlerde başlamak için bekletilir. İki ya da daha fazla ulus arasında doğuştan gelen bir sınır olma zorunluluğu ve birbirlerine yaklaşımı, her zaman ilgi gerektirecek yeni sorunlar doğuracaktır. Bu filmin ustaca resmetmek istediği şeylerden birisi de savaşın tam doğasıdır. Aynı çatı altında ve gözler önünde birbirlerini öldüreceklerine dair şeref sözü veren iki "düşman" askerin, oldukça yaşlı ve bilge bir bireyin etrafında çatışan çocuklar olarak sunulması bize bildiğimiz hayatı anımsatıyor.

"-Aklından ne geçiyordu?  -Ne olursa olsun onu öldüreceğim dede. Bin kilidin arkasına koysan da onu... arkadaşımın intikamını alacağım. Bizim için kutsal bir şey bu, asla anlayamayacaksın. -Uyuyan birini öldüreceksin, hem de şuuru yerinde olmayan birini? Senin için kutsal olan bu mu?"

Ancak savaş, söz sahibi olmak için dünya üzerindeki en etkili olgudur. Asla uzun süreli barış diye bir şey yoktur ve insanoğlu var olduğu sürece yeni savaşlar olacaktır. Bu filmin en güçlü yanlarından biri de ana temayla ilgili espri anlayışının çok güçlü bir şekilde hissediliyor olmasıdır. Bu acımasız hakikati başarılı bir şekilde ortaya koyar, her ne kadar hikayenin ortalarında yavaş yavaş hissediliyor olsa da. Son yarıda, insanların bir arada yaşayabileceklerine dair bir umut olsa da, savaşın bu bir arada yaşayanlar tarafından çıkacağı gerçeğine de değinir film.

Filmde göze çarpan başka bir detay ise üst düzey oyunculuklardır; savaş gibi ciddi bir meseleyi cesur ve esprili bir tarzda, önemli birkaç performans eşliğinde ele alırlar. Oyunculuk yeteneğinin, bu tür dramlar için ne kadar önemli olduğunu tekrardan hatırlatır. Neyse ki önceden birkaç savaş deneyimlemiş birilerini seçmek gibi mantıklı bir adım sonrası belirlenmiş deneyim gereksinimleri, seçilen profiller üzerinden tam puan olarak karşılanmaktadır. Her biri, uzun kariyerleri sayesinde karakterleri tanımayı başararak ve estetik karakter sunumlarını önemli ölçüde etkileyerek samimi ve çok boyutlu bir hal almasını sağlıyor.

"–Derdin ne genç adam? Sürekli öldürürüm, öldürürüm... Bu hakkı sana kim verdi? +Savaş. –Budala."

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları