Kara filmlerin (Film Noir) görünümleri ve temaları itibariyle birçok Amerikalı suç ve polisiye filminin karanlık, sert ve siyah olan trendini fark eden Fransız film eleştirmenleri, ilk olma özelliğini taşıyan Malta Şahini (1941) filmi ile uzun soluklu bir döneme giriş yapmış bulundu. Çeşitli kara film, dönemin gergin ve güvensiz ortamını olağanca titizliğiyle yansıtmış ve Hollywood'un müzikalleri ile komedilerinin iyimserliğini dengelemiştir. Korkuyu, güvensizliği, çaresizliği, masumiyet kaybını, umutsuzluğu, paranoyaklığı ve Soğuk Savaş sendromu dönemini yansıtmak kara film türünde görülen en belirgin özelliklerden biridir. Film Noir'deki antikahramanlar; cezai-şiddet kadın düşmanlığı, açgözlülükleri, ahlaki değerlerinin alt seviyelerde oluşu ile adaletsizlik duygularının güçlü bir şekilde altını çizdiği toplumun kötülüğünün mecazi bir belirtisidir.
The Postman Always Rings Twice (Postacı Kapıyı İki Kere Çalar) - 1946
Dönem, moda ve bakış açısına bağlı olarak gerçeklikten çok gerçeğin kendisinden daha az olmaması nedeniyle göreceli ve tutarsız olan, gerçekçi yaklaşıma dair kavramlarımızı yeniden gözden geçirmeye zorlayan yazar çoğu zaman ortaya çıkıyor. J. M. Cain'in çalışmalarında yoğun bir gerçekçilik duygusu var ancak yine de Zola, İbsa ve Hemingway tarzı gerçekçilerin türleriyle karşılaştırılamaz.
Hikayenin tamamı boyunca duygusal spazmların, suçlamaların, uzlaşmaların ve suçluların karşı karşıya geldiği yüzleşmelerde suç, açgözlülük ve şehvetin tüm gücü ile yarıştığına tanık oluyor izleyici.
ABD'nin yaşamış olduğu en büyük ekonomik buhran ve kriz yıllarında yaşanan bir aşk hikayesi. Eyaletler arası yolculuk yapan Frank yolda bir kafeye rast gelir ve güzel Cora ve eşi Nick ile birlikte işlettikleri bu kafede tanışır. Bir süre sonra Nick'in nezaket gösterdiği Frank, eşi ile gizli bir ilişki yaşamaya başlar. Aşktan gözleri kör olan yeni çift, Nick'i öldürerek hem özgürlüklerini kazanma hem de sigortadan gelecek parayı zimmetlerine geçirme planları yapmaya başlarlar. Ancak ilahi adalet diye bir şey vardır; yeni sürprizlerle karşılaşabilecekleri ve çıkmazlara düşebilecekleri hiçbir şekilde akıllarına gelmez.
Kriz yıllarının ahlaki çöküş ve çıkmazlarını film, bize en iyi şekilde yansıtıyor.
The Chinatown (Çin Mahallesi) - 1974
Roman Polanski'nin Çin Mahallesi, mükemmele yakın.
Jack Nicholson'ın 1969'da Easy Rider'ı ile başlayıp 1960'da yayımlanan The Shining ile biten Yeni Hollywood dönemindeki filmleri izlediğinizde gerçekten şaşırıyorsunuz. Roman Polanski'nin suç klasiği The Chinatown'un en iyiler arasında yer aldığı aleni olarak göze çarpıyor. 1930'lu yılların Güney Kaliforniya'sında, suçun normal sayıldığı yıllarda geçiyor filmimiz.
Polanski'nin dünyasında bir gizemin çözülmüş olması, mutlu bir son bulması anlamına gelmez ve onun inanılmaz güçleri Çin Malhallesi'nde sökmez. Yaşamındaki trajediler nedeniyle Polanski'nin, orijinal senaryoyu umut verici bir son yerine kasvetli bir son ile bitirmeyi tercih etmiş olduğunu görüyoruz.
Maltese Falcon (Malta Şahini) - 1946
Malta Şahini Hollywood, Prodüksiyonları'ndan çıkan en önemli ve etkileyici filmlerden biridir. Çağdaş olan "Citizen Kane" filmi, sinemaya bazı yönlerden önemli yeni bir özellik kazandırmıştır. Malta Şahini de bu tarz hikayeleri anlatmak için yepyeni bir tarz sunar. Film Noir, Amerikanın doğusundaki en iyi film yapımcılarından biri olan Jhon Hoston'un yönetmenlik merkezindeydi ve Humprey Bogart'ı iyi adamı destekleyen bir kötü adamdan A seviyesinde bir adama dönüştürdü. Aynı zamanda film taahhüt edildikten sonra bile 65 yıldan daha uzun süren, çekici bir hikayeyi anlatıyor.
Belirgin inişleri ve çıkışları ile seyircinin ağzında acı bir tat bırakan düşük bütçeli bir film. Uzun diyaloglar, hilekar karakterler ve tehditkar sahnelerle bu Amerikan klasiğini ustalıkla besteleyen ve çeken Jhon Huston'ın, dikkatleri üzerine çeken ilk yönetmenlik deneyimi.
Out of the Past (Darağacımı Yükseğe Kur) - 1947
Jacques Tourneur yapımı olan Darağacımı Yükseğe Kur filminin başrolünde yer alan Robert Mitchum, bir çıkış yolu arayan eski özel dedektif Jeff Bailey karakterine hayat veriyor. Geçmişi ile ilgili sorunları olan ve bu zamana kadar bu sorunları hep erteleyen Bailey, nihayet kendisi ve çevresindekilerle yüzleşmek ister. Talihsizlik, bu arzuyu imkansızlık haline getirecek döngülerle karşılaşmak zorunda kalmasıdır.
Filmin olağanüstü derecede karmaşık bir yapısı var. Film Noir'in feminist analizleri, temsil tarzının türe özgü tipik olarak erkek bakış açısına karşı koymak ya da zayıflatmak için kullanabileceğini varsayıyor. Örneğin birçok Film Noir, sesli bir anlatıcının flachbackleri olarak sunuluyor. Ve bir bakış açısının doğrudan temsil edilmesinden kaçınan filmlerde olduğu gibi merkezi erkek kimlik figürü, genel olarak omuz omuza sunuluyor.
Taxi Driver (Taksi Şöförü) - 1976
Ünlü film eleştirmeni Peter Brtadshaw'ın göre en sevdiği sahne, Travis'in Sheperd ile telefonda gerçekleştirdiği gergin konuşma sahnesi. Scorsese'nin kamerası gizemli bir şekilde karakterin üzerinde hareket ediyor ve bakış açısını bertaraf etmeden boş koridora bakıyor. Kan dolaşımını hızlandıran bir sahne.
Martin Scorsese'nin Taksi Sürücüsü, büyük ekrana tekrar geri dönme gibi bir fikrinin olmadığını açıkladı.
Taksi Şoförü; 70'lerin New York caddelerinde, yardımsever sokaklarında taksi kullanan, yalnız ve insanlara, hayata yabancılaşmış bir genç adamın zihinsel dağılımını anlatan, klasik bir Martin Scorsese filmi. Tüm zamanların en iyi filmlerinden biri. İkonik, unutulmaz ve film severler için mutlak izlenmesi gereken bir film. Anti kahramanların Antihero'su Robert Deniro'nun performansı ile Travis Bickle'ın, ahlaksızlık ve suçla savaşı kaybeden Times meydanındaki şiddetini izliyoruz.
Facebook Yorumları