Birbirine yakın üç arkadaşın, Vietnam Savaşı esnasında talihsiz bir şekilde birbirlerinden ayrı düşmelerini konu alır.

"Yönetmen, bilinen gerçekliğin tam tersini en iyi şekilde bu filmde ispatlamıştır."

Vietnam Savaşı, milyonlarca yaşamı anlaşılamayacak biçimde yok etti. Savaş, savaşmaları için çağrılan bir kesimin kişisel felaketiydi. Yıkılmış bir ülkenin ormanlarında, korkunç seçeneklerle yüz yüze kalan onlardı ve sonunda birçok Amerikalı, bir daha asla aynı olmayacaklarını bile bile evlerine geri döndüler.

Savaşın Amerika kültürü ve vicdanı üzerindeki etkisi ile ilgili pek çok film izledik. Tüm bu filmlerin arasında "Avcı" kesinlikle en göze çarpanıdır. Gözlerimizin önünde farklı bir şekilde ortaya çıkan üç saatlik bu hikaye, savaş hakkında hiçbir şey anlatmıyor. Bunun yerine, üç yakın arkadaşın Vietnam'daki deneyimleriyle şekillenmiş, parçalanmış ve dönüştürülmüş biçimlerine odaklanıyor. Teması gereği film son derece şiddetli.

"Hikayenin kalıcı etkisi, ele aldığı dönemin fark edilemeyen duygusudur."

Zaman 1968, Vietnam uzaklarda bir yerdedir. Hikaye, bir çelik fabrikasında çalışan beş arkadaşın yaşadığı küçük bir kasabada başlar. Michael, Nick, Steven, Stan ve Axel, bir barda öğlen arası zaman geçirmek için buluşmuşlardır. Sohbetler edilmiş, içecekler söylenmiştir; bir barda takılan işçi sınıfına mensup sıradan insanlardır. Sonrasında bir düğün için tekrar bir araya gelen beş arkadaş, geyik avı için sabah saatlerinde buluşurlar; Vietnam'a gitmeden önce son bir sosyalleşme herkese iyi gelecektir. Dört kişi bu geziye normal bakarken aralarından biri bunu özelleştirir ve elindeki tüfekle tek atışta bir geyiği vurur; bu normal bir şey değildir.

"Ava hazır bir avcı gibi."

Kasabaya dönmelerinden sonraki gün, bir kez daha barda buluşurlar. Güzel sohbet eşliğinde kahkahalar havada uçuşur, aralarından biri piyanonun başına geçer ve şarkı söylemeye başlar. Bu neşeli ve güzel bir andır; beş yakın arkadaş, son bir resim için sessiz bir bağ ile bir araya getirilir.

Bu son kareden sonraki her kare, bizi Vietnam'a doğru götürür. Terk edilmiş bir köyde aniden beliren Viet-Kong saldırısı... Yer altı tünellerinden birinde saklanan bir grup korkunç gerillayı havaya uçurmalarının ardından tanıdık birisi, Michael, kaçmaya çalışan bir Viet-Kong'u alev tabancasıyla yakar. Daha sonra birlikte olduğunu öğrendiğimiz Nick ile karşılaşırız. Bu ikili bir sonraki karede Viet-Kong'lar tarafından ele geçirilmiş birer rehinedir ve uzun süren arkadaşlıkları teste tabi tutulacaktır. İki ayrı tarafın kobayı olarak namlunun karşısındadır, Rus ruleti oynamaya zorlanan iki arkadaş. Bu öylesine bir sahne değildir; tüm hikaye, bizleri bu acımasız ve ürkütücü ana hazırlamıştır. İkisinden kimin tetiği çekerken öleceğine dair bahisler çoktan başlamıştır. Bir şekilde beliren bu zorlu deneyim sonucu, hayatta kalmak zorunda oldukları bir yarış içerisinde bulurlar kendilerini. Umutsuzluk, bu en yakın iki arkadaşın parmakları arasındadır.

Bir sonraki karede ise kahramanımız Michael'ı göğsünde bir onur madalyası ile evine dönerken izleriz. Ancak ailesinin ve arkadaşlarının verdiği "Eve Hoş Geldin Partisi" panik halinde partiden kaçmasıyla sonuçlanır. O an, yeni ortama uyum sağlamakta zorlandığını fark ederiz. Bu yeni yaşam ve eski arkadaşlar arasındaki hiçbir şey artık özel değildir ve çevresi ona tamamen yabancı gelmektedir.

Filmin son karesinde ise Michael'ı, en yakın arkadaşı Nick'i bulmak için farklı bir şehre doğru yolculuk ederken izleriz. Düello arkadaşını, büyük milyarderler tarafından düzenlenen, içinde büyük bahislerin döndüğü gizli bir odada, kafasına silah dayanmış bir şekilde bulur. Ve burada beliren metafor sonucu filmin, savaşın da aslında Rus ruleti gibi bir şans oyunu olduğu ve kurşun kime geldiyse onun kaybettiği gerçeğine dikkat çektiğini anlarız. O odadaki en yakın arkadaşının gözlerinin içine baktığında Michael gibi bizler de fark ederiz ki savaştan geriye kalan, bir insan bedeni içerisine hapsedilmiş, ruhu olmayan bir kurbandır.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları