Psikolojik olarak tutarsız sulara yelken açmaya başlayan Arthur, bir süre sonra kendini Gotham şehrinde, suç ve kaosun içinde bulur.

Artık hiçbirimiz Arthur Fleck'e yardım edemeyiz. O çoktan tarafını seçti...

Ha ha, Ha haaa, Ha?

O Kızılderili atasözü sanki bugün için söylenmiş: "Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince karıncalar balıkları yer. Kimin kimi yiyeceğine suyun akışı karar verir." 20 yıl evvel Maximus'un gözlerinin içine bakarak başparmağını aşağı doğru indiren bir kralken, aynanın karşısında iki işaret parmağıyla kendisini gülmeye zorlayan bir soytarı rolünde şimdi, Phoenix.

Joaquin Phoenix -Evet!- bir soyunma odası içinde, aynanın karşısında oturan orta yaşlı bir adam artık. Yüzüne palyaço makyajı yapıyor ve kendisini gülümsemeye zorluyor. Bu, Şarlo'yu seven Arthur Fleck'in ta kendisi. Neşeli görünümünün altındaki derin üzüntüyü zar zor gizliyor.

Aslında içindeki üzüntü ilk sahneden itibaren gözümüze çarpar: Arthur gecenin bir yarısı mutfağa girer, buzdolabı raflarındaki yiyecekleri dikkatlice çıkarır ve içeri doğru ağır adımlarla yürüyerek kapıyı arkasından kapatır. Arthur'un ölü bir beden gibi kendi tabutundan nasıl uzaklaştığını asla fark etmeyiz. O mutsuz, umutsuz ruh haline rağmen yılın en umut vaat eden karakterini yaratmayı başarıyor.

 Arthur, bu kadar komik olan ne? 

Tedavi edilemeyen kronik sinir hastalığına sahip bu adamın varlığı, başkaları tarafından sürekli göz ardı edildi. İnsanlar onun yüzüne karşı hiç aldırış etmeden "tuhaf" diyebiliyorlar. Şimdi ise işini ve ona bu zamana kadar şefkat gösteren tek kişiyi kaybetti.

 Daha da kötüsü! Artık bir silahı var.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları