Tüm fantastik hikayelerde olduğu gibi, kader ile yüzleşmeden önce uzun bir yolculuk yapılmalıdır.

Her masalda ufak bir gerçeklik payı vardır.

Kahramanımız Geralt Rivia hakkında bilinmesi gereken hemen hemen her şey, ilk bölümün birkaç dakikası içinde aktarılır. Bazı süper güçlere sahip kiralık bir canavar avcısı olan Büyücü, ilk sahnede bir bataklıkta görülür; neredeyse dev bir örümcek tarafından öldürülmek üzeredir. Bir sonraki sahnede ise yeni görevi hakkında bilgi almak için bir bara girer. Mistik görünümünden rahatsız olan birkaç köylü tarafından tehdit edilir. Nihayetinde yardıma gelen genç bir kadın sayesinde bu kalabalık insanlarla kavga etmekten kurtulur.

Bir Netflix yapımı olan The Witcher, kendi kahramanını mükemmel bir şekilde tanıtır. Geralt, ondan nefret edilen bir dünyada hayatta kalmak için mücadele vermektedir. İnatla onu tehlikeli maceralara zorlayacak ahlaki bir tavırdan uzak kalır. Her zaman kavgaya hazır, sert ve mesafeli, az kelime kullanmaktan hoşlanan bir avcı. Kitap ve video oyunu formatında ticari olarak iyi işleyen bir seri ve şimdi Netflix'in de en iyilerinden biri olabileceği söyleniyor.

İlk birkaç bölümden genel bir tanıma sahip olamasak da The Witcher hakkında söyleyebileceğim ilk şey, bilmediğiniz bir şey olmadığıdır. Hayali bir dünyada, hayali bir kıtada bulunur. Hangi kıta? İsminin ne önemi var? Büyü yapabilen insanlar ve canavarlar var ama her şey olduğu gibi Orta Çağ, yani korkunç elfler ve cüceler var. Bu kıta oldukça tehlikeli değil mi? Bu farklı canlı türleri olmadan da yeterince tehlikeli olan bir çağdan bahsediyoruz.

Game Of Thrones'un yarattığı boşluğu doldurabilecek bir mini seri arıyorsanız, The Witcher kesinlikle bu beklentiyi karşılayabilecek bir yapım. Ancak Netflix'in bu  gösterişli draması kendi tarzında ve HBO dramasıyla karşılaştırma yapmadan izlemek sizi daha çok tatmin edebilir. Kıtaları ve amaçları ile The Witcher, Game Of Thrones'un ayrıntılı siyası anlatımından çok yaratıcı ögelere odaklanmaktadır.