Hollywood, bu seneki görsel olarak en iddialı kadın karakterini sonunda buldu.

Dünya genelindeki bütün sinemaseverler, 90. Oscar Ödül Töreni'nde etrafta dönen bir sürü görsel aksiyona, düzinelerce adaylıklarla dolu o şaşaalı ve -her zamanki gibi- klas geceye tanık oldu ancak hem yazılı hem de görsel basında öne çıkan ilk isim 'En İyi Kadın Oscar Ödülü'nü kazanan, Mildred rolüyle hafızalarımızda yer etmiş Francis McDormand oldu. Burada dikkat edilecek nokta Francis'in değil, Mildred'ın başarısıdır.

Mildred'ı izleyince hiçliğin şaşırtıcı bir sapkınlığına dönüşmesine tanık oluyoruz. Üç Billbord filmine bakınca cinsiyetler arasındaki kötü niyetin çekişmeli boşluğunu birleştirmek açısından hiçbir şey yapmamaktadır ve bu yılın en özel kadını, acılarına karşı duyduğu dikkat ve ilgiyi odak noktası haline getirerek çok dikkatli ve alkışı hak edecek bir iş ortaya koymaktadır.

Mildred Hayes, erkeksi giyim tarzına sahip, hiçbir cazibesi olmayan, kadınsılığını yitirmiş, durmadan oto parçada giydiği işçi tulumuyla gezen, aseksüel ve öfkeli yapısıyla dikkatleri üzerine çeken bir kadın karakterdir. Mildred, işçi sınıfına mensup bir anne modeli çizmektedir ve herkes gibi bir anne olarak çocuğu için ne tür fedakarlıklar yapabileceğini de az-çok kestirmekteyiz. Bazı canlı türlerinde 'anne' modeline uyamayan, asalak ve parazit türler olmuş olsa da bunlar büyük bir yüzdenin küçük basamaklarından yukarı çıkamayacak sayılardadır.

Mildred'ın, genç kızının tecavüzü ve cinayetinin soruşturulması sırasında sanık olarak kimsenin alıkonulmaması sonrası yaşadığı öfke ile yerel polis şefini aleni bir şekilde aşağılayarak küçük düşürmek amacıyla üç adet boş levha halinde bulunan reklam panolarında reklam satın almasıyla başlıyor film ve bu benim için çok etkileyici bir başlangıç  oluyor.

Mildred'ı izlerken çevrede görünen sinsi, asalak, çıkarcı, işe yaramaz tiplere ve her türlü iyi niyetle oluşturulmak istenen adalet ve emniyet düzeninin içindeki işe yaramaz modellere birlikte tanık oluyoruz ve hoşumuza giden tek şey ise Mildred'ın bu sorunlarla yüzleşme tavrı oluyor.

Aklımda kalan sahnelerden birisi ise Mildred'ın öldürülen genç kızı ile son alışverişini hatırlaması oluyor. Hikayenin geri dönüşündeki bu anı, isyankar bir kızın dilediği her şeyi yapar bir rol çizmesiyle ekranlara yansıyor. Annesinin "Trenle gidebilirsin," demesinin ardından "Ben yürümeyi tercih ediyorum," demesiyle başlayan anne-kız çatışmasında yaşanan monolog ise genç kızın "Biliyor musun? Yürümek istiyorum ve yürüyeceğim ve ne biliyor musun? Umarım yolda başıma bir şey gelir ve tecavüze uğrarım." demesiyle sonuçlanır. Mildred ise hiç de koruyucu bir anne gibi davranmaz. Aksine "İnşallah yolda tecavüze uğrarsın," der ve bir beddua gibi sonuçlanır bu diyalog.

Bu İçeriğe Tepki Ver (en fazla 3 tepki)

Facebook Yorumları